Târihin İçinde Manisa

Cemil ALTINBİLEK

Bütün zamanlarda Batı Anadolu’nun önemli bir  kenti olma özelliğini taşımış Manisa’nın bilinen târihi, Milattan önce iki binli yıllara kadar uzanmaktadır. Adını Truva savaşından dönen Magnetler’den aldığı kesin olan şehrin, ilk meskûnları sırasıyla; Lidyalılar, Hititler ve Frigler’dir. Bu dönemden sonra, M.Ö üçyüzlü yıllardan başlayarak, Büyük İskender’in, Bergama Krallığının ve Romalıların hâkimiyeti görülür. Milattan sonraki ilk yüzyıllarda da Latin, Doğu Roma ve Bizans devirleri, 1071 târihindeki Malazgirt Zaferi’ne kadar devam eder.

Bu târihten sonra, Türklerin Batı Anadolu’ya yönelen akınları, Ege sâhillerine kadar uzanır. Bu hareketi 13. asırdaki Moğol istîlâları hızlandırır. Moğol baskısından kaçan Türkmen Boyları yığıldıkları Batı Anadolu’da siyâsî birlikler kurmaya başlalar. 

1305 yılında şehre sızmaya başlayan Türkmen boylarından Saruhan oğulları, on yıl süren bir mücâdele sonrasında Manisa’ya tamâmen hâkim olurlar. Bu hâkimiyet 1400’lü yıllara kadar devam eder, bu târihten îtibâren, Yıldırım Bâyezit döneminde, Manisa’da Osmanlı Asırları başlar. Bir aralık Timur ordularının muhâsarası sebebiyle, Saruhan Beyleri tekrar idâreyi ele almışlarsa da, 1420’lerden sonra İkinci Murat’ın sağladığı sükûnet ve Manisa’yı bir Şehzâde Sancağı hâline getirir. Bilâhare bu yerleşme sonucu, Bursa ve Edirne’nin de önüne geçen Manisa; gerek îmar hareketleri, gerekse kültürel faâliyetlerin yoğunlaşmasıyla en gözde şehir hâline gelmiştir. İstanbul’un Fet-hini müteakip ise, İmparatorluğun ikinci merkezi olma hüviyetini kazanmıştır.

15. ve 16. yüzyıllardaki Şehzâde Sancağı olma özelliği, Manisa’yı hem bir siyâsî merkez hâlinde tutmuş, hem de kültür-sanat ve ekonomik canlılık eksik olmamıştır.

17. yüzyıldan îtibâren Osmanlı yönetimindeki sancak sistemi değişmiş ve Manisa’ya Şehzâde tâyini yapılmamış olmasına rağmen şehirde sulh ve sükûn devam etmiştir.

Bu dönemde nüfus hareketleri ve ekonomik hareketlilik dikkat çekicidir. 16. asırdan îtibâren, Yörük, konar-göçer Türkmen aşiretleri düzenli olarak şehre yerleşmeye başlar, hattâ bu hareket 17. ve 18. yüzyıllarda da devam eder. Böylece şehrin aslî nüfus yapısı oluşur. 1500 yılından îtibâren İspanya’dan kovulan Yahûdilerden yaklaşık 700 kişi Manisa’ya yerleştirilir. Celâlî isyanları dolayısı ile iç ve doğu Anadolu’dan kaçan Türk, Rum ve Ermeni gruplarının bir kısmı buraya yerleştirilir. Mora İhtilâli’nden sonra topraksız kalan Rumlar ve daha sonra Türk göçünü yine Manisa karşılar. Böylece Manisa’da hiç bulunmayan Ermeniler ile yalnızca Horos Köy’de oturup, Şehzâde Sarayı’nın hizmetinde bulunan Rum ahâli artar. Ama hep azınlık kalmaya devam ederler, önceleri yüzde beş civârında iken zaman, zaman yüzde on ilâ yirmi arasında değişen nispetlerde yaşarlar.

Ekonomik hayat da Manisa’da canlıdır. Türk tâcirleri ile birlikte Yahûdi ve İtalyan tâcirlerin kayıtları şerriye defterlerinde mevcuttur. İstanbul’a, gerekse İzmir, Seferihisar ve bir dönem Manisa’ya bağlı olan Foça limanlarından, önceleri tahıl, pamuk, yün, baharat, sonra da üzüm ve tütün sevkiyâtı ve ticâreti yapılır.

Osmanlı donanmasının yelkenleri ve forsaların gömlekleri Manisa’da dokunmaktadır. Manisa’da 1000 civârında, dokuma tezgâhı bulunmaktadır. Bu dönem 1919 Yunan işgāline kadar sürer. 1922 yılındaki Kurtuluş Savaşı sırasında kaçan Yunan’ın çıkardığı yangında, Manisa’nın büyük bir bölümü kül olurken, 10700 ev, 13 câmi, 2728 dükkân, 19 han yanmıştır.

Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı sonrası büyük bir Balkan göçü de almış olan Manisa’da mübâdeleler sonrası azınlıklar ayrılmış olup, Cumhûri-yet döneminde, hâlen ayakta duran Osmanlı eserlerinin dışında, şehir baştan-başa yeniden yapılanmıştır.

Bu vesîle ile Manisa târihi konusunda araştırmalar yapan, Prof. Dr. Feridun M. Emecan ile onun, Manisa târihinin yılmaz sevdâlıları olarak nitelendirdiği, Çağatay Uluçay ve İbrâhim Gökçen’i minnet ile yâd ediyoruz

Manisa Sevdâsı'ndan