Şehrin Târihî ve Kültürel Dönüşümü
Manisa’nın târih içinde yerleşim alanları dağ eteklerinden başlayarak, kademe, kademe ovaya doğru yayılmış olduğunu, hemşerilerimiz bilir ve hattâ görürler.
Şehrin Saruhan-Türk hâkimiyeti öncesi, ilk yerleşim ve güvenlik kuşağı, Sandık Kale veya Top Kale olarak bilinen ve hâlen de bâzı yerlerde yıkıntıları bulunan kale şeridinin üst kısmı olup, bugün için dağ alanı olan bu bölgede iskân yoktur.
Saruhan Beyliği döneminden bugüne gelen Mevlevîhâne ve Ulu Câmi ise, şehrin yerleşim kuşağının bir kademe aşağıya, dağ ile ovanın kesişme çizgisine doğru kaydığını, ama yine yüksek ve ovaya hâkim kısımların tercih edildiğini göstermektedir.
Manisa’da Osmanlı asırlarının başlamasıyla birlikte, bugünkü hükûmet konağı ve Fâtih Parkı’nın olduğu alanda kurulmuş şehzâde sarayı olan, Sarayıâmire ve Hâtuniye, Murâdiye, Sultâniye külliyeleri gibi medrese, câmi, mektep ve dahi şifâhâne-hastahâne tarzındaki kompleksler bir kademe daha aşağıda kurularak, hemen dağ eteğindeki Çeşnigir, İvaz Paşa, Lala Paşa, Kara-köy, Arap Alan, Narlıca gibi dağ eteği ile ova arasındaki alanda; şehrin klasik yerleşim düzeni meydana çıkmıştır.
Cumhûriyet döneminde, şehir biraz daha ovaya yayılmış ve hattâ yakın zamanda gelişen sanâyi ve yeni yerleşim alanları ile adı da yeni Manisa olan bir büyüme göstermiş, ama yine de dimdik ayakta duran ve şehrin kimliğini yansıtan târihi eserlerle çevrili eski şehir gerek mesken, gerekse çarşı olarak, hayat ve câzibe merkezi olma hüviyetini sürdürmüş ve sürdürmektedir.
Bu îtibarla, hükûmet konağından, Karaköy’e yüzyılların mîrâsı ile birlik-te yaşayan şehir merkezinin bir dönüşüme ihtiyâcı yoktur. Olsa, olsa târihi eserlerin çevresinin gözden geçirilmesi, öngörünümü bozan binâ ve mahallerde îmar durumunun revize edilmesi yeterlidir.
Ancak, Mevlevihâne-Ulucâmi-Çaybaşı şeridindeki, işgal ve mîmârî kirlenme, hiçbir şekilde kabul edilip, devâmına izin verilecek boyutta değildir. Doğu ve güneydoğu bölgelerindeki vilâyetlerde bile rastlanmayacak iptidâilikteki yapılar ile bu bölge dağ köyü ve mezrâlarını andırmaktadır.
Halbuki, burası konum ve hava sirkülasyonu açısında şehrin en avantajlı bölgesi olduğu gibi, târihî bir yerleşim alanı olarak da değerlidir.
Hele gündemde olan teleferik ve Spil Dağı’nın turizme açılması projesi gerçekleştiğinde, Ulucâmi, (eski Tabakhâne) Tabhâne ve Süt Dede civârından, teleferiğin kalkış yeri olacağı düşünülen Mevlevîhâne Meydanı’na başımız dik geçebilmemiz mümkün olamayacaktır.
Öyleyse, kentsel dönüşüm projesi olarak da adlandırılan, Mevlevîhâne, Ulucâmi ve Çaybaşı hattının, târihî yapısı ve fizikî avantajlarıyla, yeniden şeh-rin en gözde muhîti hâline dönmesi yönündeki projeden vazgeçilmesi veya bu projenin askıya alınması–rafa kaldırılması kabul edilemez. Şehrin en kıymetli yerlerine, briketten–topraktan–çamurdan güyâ ev diye kulübe yapan kişilerle anlaşma, uzlaşma mevzûbahis dahi olamaz.
Manisa’nın en değerli yerleşim kuşağı, mutlaka kurtarılmalı ve târihî kimliğine döndürülmelidir. Buraları şehrin en görkemli konakları ile süslenmelidir.
Bu şerit içerisinde yer alan, Çaybaşındaki değirmenlerden, yaylasuyu çeşmelerine, Revnak Sultan Türbesi’nden, Kabak Tekkesi’ne, Yedi Kızlar’a, Hâkî Baba’ya, Süt Dede’ye, Yiğitbaşı Türbesi’ne kadar târihî eserlerimizi gün ışığına çıkartarak kültürel özelliklerini hatırlatıp, yaşatacak düzenlemelerle halkımıza sunabilmeliyiz.
Böylece şehrimize kimlik kazandıran târihî ve kültürel değerlerimize hakkını verme husûsunda, doğru bir başlangıç yapmış olabiliriz.