Manisa Tarzanı
Kurtuluş Savaşı’nda, Osmanlı topraklarının içinde olan Arap illerinden iştirak ederek, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri…” emrini veren, o kutlu komutanın bir neferi olarak, düşmanı İzmir’den denize dökünceye kadar kovalamış. Kızgın küller ve tüten dumanlar içinde gördüğü Manisa’da kalarak, dağ eteğindeki kulübesine yerleşmiş. Ağaç ve yeşilden eser kalmamış şehri, âdeta bir ilâhî görev üstlenmiş gibi adım, adım ağaçlandırmıştır. Tarzan’ı manisalılar, ya fidan dikerken, ya da elinde su dolu tenekelerle diktiği ağaçları sularken, öğlen 12.00’de patlayan topu atmak için çarşıdan, dağ kenarındaki kulübesine inip çıkarken, bayramlarda istiklâl madalyası ile dimdik ve gururla resmî geçitlerde yürürken hatırlar.
Yaz kış siyah bir şortla dolaşır. Sâdece kışın üzerine bir gazete kâğıdı örter. Çarşı içindeki Dede Lokantası’nda günde yalnız bir öğünlük yemeğini yer, ardından mutfağa geçip, bulaşıkları yıkar. Bütün günlük gazeteleri okur. Dağcı gençlerle birlikte Manisa Dağları’nı adım adım dolaşır. Türk müziğini sever. Sinemaların müdâvimidir.
Manisalılar sık sık onu elinde dağ çiçekleri ile görürler. Manisa’nın en güzel kızlarının olduğu evleri bilir. Bu çiçekleri, bu kapılara bırakır veya güzel kızların ellerine verir. Ama hiçbir taşkınlığı veya rahatsız edici davranışına rastlanmamıştır.
Geldiği uzak diyarlarda bıraktığı ve kimseye söyleyemediği bir kara sevdâlısı olduğu, sevgilisine kavuşamayacağı için memleketine dönemeyip, terki diyar eylediği dilden dile dolaşır. Aşkının hasretiyle güzellere ve güzelliklere meylettiği, kendini tabiata adamış bir meczup olduğu anlatılır.
Bugün Manisa’da kırk yaşını aşmış bütün ağaçların Tarzan tarafından dikilerek, yetiştirildiğini bütün manisalılar bilir.
Daha yaşarken efsâne olmuş bir doğa âşığı ve çevre velîsi bu garip adamdan daha gerçek bir ‘Çevre Senbolü’ bulunamaz.
Manisalılar olarak Tarzan ile ne kadar övünsek azdır. Onu anarak ve yaptıklarını yapma gayreti içinde, onu yaşatabilenlere ne mutlu.