Manisa’da Tekke ve Dergâhlar
Bu yazımız ilmî bir tespit veya araştırma olmayıp, âile
geçmişi ve nakillerden çıkan bir değerlendirmedir. Hattâ târih boyunca şifâhî olan geleneksel kültürümüzün ve hâtıralarımızın, toplumsal bir hâfıza oluşturması gerektiği inancıyla kaleme alınmıştır.
Babamın dedesi Hakkı Dede’nin halk arasında İki Lüleli denilen, Karaköy’deki Hacı Yahyâ Câmii’nin imâmetinde bulunmasından dînî eğitim aldığını biliyoruz. Din adamı olmasına rağmen, Karaköy’den Mısıroğlu Çeşmesi’ne doğru çıkarken, meydana cepheli, büyük bir yer evinde mûkim olan Nakşibendî Şeyhi Mehmet Efendi ve bilâhare oğlu Hakkı Efendi’ye müntesip olduğu, buraya büyük bir hürmet gösterdiği anlatılmaktadır.
Yangından önceki târihlerde aynı sokağın diğer başında da, Girit göçmeni diğer bir Nakşibendî Şeyhi Hacı Hilmi Efendi, yine mahallemizin ileri gelenlerindendir. Yakın bir târihte vefat eden Karaköy’ün sevilen ve sayılan muhtarlarından, Bakkal İhsan Kösemen bu zâtın torunlarındandı.
Babaannem Hâlide Hanım’ın babası Mehmet Dede’nin ise, neyzen ve kudumzen olduğu bilindiğine göre Manisa Mevlevihânesi’ne müntesip bir derviş olduğu anlaşılır. Ama o da aynı zamanda İbrâhim Çelebi Câmii’nin karşısında yeri hâlâ duran Entekkeliler Rifâî Tekkesi’ne de devam eder, baba-annemi de küçük bir kız iken yanında götürürmüş. Hattâ buradaki âyinleri anlatırken babaannem, “Hümküküyorlardı” deyimini kullanırdı. Demek ki bu deyim, o zamanlarda tekkedeki âyin merâsimine, halk arasındaki yakıştırması idi. Entekkeli âilesi ise, bugün de dostumuz ve komşumuzdur.
Yine Karaköy’ün hâlen de nüfusuna kayıtlı bulunduğumuz, Topçu Âsım mahallesinin üst taraflarında oturan ve lakabı “Dandingöbekler” olan âile gibi, bağ komşumuz Kadriye hanımların âilesi “Dervişler” ve dükkân komşularımız “Yavaşlar” tasavvufî geçmişi olan eski Manisa âilelerinden olduğu anlatıla gelenler arasındadır.
Farklı menkıbeler ile anılsa da Hz. Ali’ye muhabbet ve yakınlığı ifâde eden “Aynı Ali” türbesi ve bulunduğu yere adını veren mütevâzı zat, bugün yine Manisamızın uğrak yeri ve mihenk taşları arasındadır.
Konya merkezine, halîfe yetiştiren “Manisa Mevlevihânesi” ve buraya çıkan yol üstünde, Ağlayan Kaya’nın karşısındaki köşe noktasında bulunan “Revnak Sultan Türbesi”, kentimizde Horosan erenlerinin sâdeliğini ve zarâfetini gösteren örneklerdir.
Bugün Kenzî caddesinin bulunduğu mevki de, ahâli arasında “Tekke Mahallesi” olarak anılmakta, mükemmel şiir ve ilâhileri elimizde olan Halvetî Şeyhi Hasan Kenzî’nin hâtırası şehrimizde yaşamaktadır.
Yine Halvetîye yolundan, Ahmediye kolunun kurucusu ve Manisa’nın Gölmarmara kasabasında doğduğundan da Marmaravî sanı ile de anılan Ahmet Şemsettin Yiğitbaşı Hazretleri’nin türbesi Saruhan Bey Türbesi’nin üst mahallesinde, eski tekkenin yerine yapılan mescidin içinde yer almaktadır. Ahmet Şemsettin Efendi’nin “Yiğitbaşı” unvanını almasını sağlayan vaka ise gayet ibreti şâyandır. Osmanlı-Safevi çekişmesi içinde Şah İsmâil’in ehli sünnet îtikadını zayıflatmak maksadı ile İstanbul’daki tekke ve dergâhların içine ajanlar sızdırdığı ve sahih olmayan sahte şeyhler peydâ olduğu anlatılır. İşte bu duruma son vermek için İkinci Bayezid’in Ahmet Şemsettin Efendi’yi İstanbul’a dâvet ederek, bizzat pâdişâhın da katıldığı imtihan heyetinin başında, Ahmet Şemsettin Efendi, bütün şeyh ve tarikat ileri gelenlerini imtihana çekerek, sahtelerini mahçup ve perîşan eder, Bu imtihanlardaki kemal ve dirâyeti sebebiyle de kendisine “Yiğitbaşı” unvanı verilir. Yine kendisine tevdî edilen hediyeleri fakirlere dağıtan Ahmet Şemsi Efendi, İstanbul’da ikamet etme teklifini de kabul etmeyerek Manisa’ya döner. Bilâhare Cerrâhiye, Sinâniye, Uşşâkiye, Mısrîye kolları da talebeleri arasından inkişaf etmiştir.
Toplumsal ve âilevi hâtıralarımızın içinde bulunan ve Manisamıza hüviyet kazandıran, zamânın âdap-erkân mektepleri, adı geçen tekke ve dergâhların Manisa’da yaygın olması karşısında, başta Sultâniye, Murâdiye ve Hâtuniye medreseleri olmak üzere birçok medresenin de Manisa’da faal bulunması, şehrimizdeki dînî ağırlıklı eğitim ile birlikte, irfan seviyesinin de çok yüksek derecede bulunduğunu göstermektedir.
Ayrıca medrese eğitimi alan ve molla olarak isimlendirilen sınıf ile tekke eğitimi alan ve derviş olarak isimlendirilen sınıf arasında pek çok yerde görülen çekişme ve kavgaların Manisa’da bulunmadığı, hattâ aynı kişilerin iki eğitim ve hayat tarzını birlikte benimseyip, uyguladıkları anlaşılmaktadır.
Bu tespit âile geçmişinde görüldüğü gibi, ilgi alanımızda olan Manisalı mûsıkîşinaslar arasında da yapılmıştır. Târih içinde Manisalı mûsıkîşinasların çoğunun Manisa Mevlevihânesi’ne müntesip mevlevî veya rifâî dervişi olmasının yanı sıra, aynı kişilerin Manisa medreselerinde müderris-öğretim üyesi oldukları müşâhede edilmiştir. Kurtuluş meşalelerini yakan millî mücâdele kahramanlardan biri olan Manisa Müftüsü Âlim Efendi’nin; aynı zamanda şâir, neyzen, naathan, bestekar bir mûsıkîşinas ve bir mevlevî seveni-muhibbi olduğunu da zikredebiliriz.
Bütün bu örneklerden, 19. ve 20. asra gelindiğinde, Manisa’da medrese tekke çekişmesinin kalmadığı, ilim, sanat ve kültür erbâbının yüksek bir seviyede birleştikleri sonucunu çıkarmak mümkündür.
Tabiî ki tekke ve dergâhlar ile medreseler târihî misyonlarını tamamlayarak, mâzi ve gönüllerdeki yerlerini almıştır.
Bugünün kültür, sanat ve öğrenim kurumlarının, geçmişteki birikimimizi aratmayacak seviyede eğitim ve öğretim düzeyinde olmalarını beklemek de hakkımızdır.