Manisa Entekkeli Dergâhı ve Rifâîlik Üzerine
Geride bıraktığımız asırda, Manisa Rifâî Dergâhı olarak faâliyet gösteren “Entekkeli Dergâhı” İzmir Caddesi’nin arka paralelindeki, İbrâhim Çelebi Câmii’nin karşısındadır. Hâlen bakımlı bir yapı olarak duran dergâh binâsı; kurucu Şeyh Ahmed Vehbi Efendi ve diğer şeyhler Hasan Rüştü Efendi ve Hüseyin Kemâlettin Efendi’nin türbelerinin de bulunduğu, Anıtlar Kurulu denetiminde târihî bir eserdir.
Rifâîliğin kuruluşu 12. yüzyılda Bağdat civârında yaşamış Ahmet Er Rifâî’ye dayanır. Ahmed Er Rifâî, hem âlim, hem de sûfî kişiliği sebebiyle ilim ve irfâna birlikte sâhip anlamında, hocasının kendisine yakıştırdığı “Ebül alemeyn” unvânı ile anılmaktadır.
Diğer tasavvuf ocaklarında olduğu gibi Rifâîlikde de; dînî vecîbelere riâyet edilmesi yanında, “İnsanların ayıp ve kusurlarını görmemek, kötü huyları terk etmek ve alçak gönüllülük” gibi incelikler ön plana çıkmıştır. Hattâ Rifâîliğin pîri, kendi tâkip ettiği terbiye üslûbunu anlatırken, “Hakk’ın yolunu ararken, tevâzu kapısın açık buldum ve oradan içeri girdim” dediği kaynaklarda aktarılmakta ve talebelerine, “istemeyin, ret etmeyin, biriktirmeyin” meâlindeki hikmetli öğüdü ile bin yıla yaklaşan zamandır yol göstermektedir.
Derûnî sohbetleri ve coşkulu zikirleriyle temâyüz eden Rifâî dergâhlarında, “Burhan” denen ve zikir sırsında vücûda şiş veya kılıç saplamak, kızgın demir veya ateşe temas etmek şekillerinde tezâhür eden, olağanüstü gösterileri kapsayan, fizik ötesi davranışlar da görülmüştür. Burhan gösterilerinin dayanağı olarak da, yine bu yolun kurucusu Hazreti Peygamber soyundan geldiğinden “seyyid” diye de adlandırılan Ahmet Er Rifâî’nin; Hz. Peygamber’in Medîne Ravzaımutahhara denilen sandukası başında “Dedeciğim uzat mübârek elini öpeyim.” dediğinde, sandukadan bir elin uzandığını ve Ahmet Rifâî’nin bu eli öptüğü, kalabalık hac ziyâreti sırasında müşâhede edildiği ve dahi o sırada, orada bulunan Kadiriye Tarîkati kurucusu, Abdülkadir Geylânî’nin de bu olaya şâhit olduğu rivâyet edilir. İşte bu olayın hatırlandığı, zikir merâsiminin Hazret-i Peygamber’e “Selâm” bahsinde, kendinden geçen Rifâî dervişleri, benliklerinden sıyrılarak, “o demi” yaşadıklarını gösterirlermiş. Tabiî ki burhan denen bu gösterilerin, tasavvuf yolunda esas olmadığı, öğretide tekrarlanır, ama îzah edilemeyen vâkıalar karşısında “bu işe Rifâîler karışır” deyimi, atasözü olarak bu olaya izâfeten karşımıza çıkmaktadır.
Rifâî dergâhlarında dînî terbiye metodları yanında, mûsıkî ve diğer güzel sanatlara da önem verilmiş ilim ve irfânın birlikte terennüm edilmesi geleneği, bu dergâhlar çevresinde eğitimli ve zarif bir kütle oluşturmuştur. Nitekim dergâhların son döneminde İstanbul’da Ken’an Rifâî (1867-1950) gibi, Galatasaray Sultânîsi ve hukuk eğitiminden geçerek Adana, Manastır, Üsküp, Kosova, Trabzon, Balıkesir maârif müdürlüklerinde bulunmuş bir eğitimci, tâyin olduğu Medîne-i Münevvere Maârif Müdürlüğüne, Mevlânâ’nın Mesnevî’sini şerh etmiş bir tasavvuf erbâbı olarak gittiğinde, burada tanışıp, halvet olduğu Rifâî Şeyhi Hamza Rifâî’den halîfelik alır. Ken’an Rifâî ile Hamza Rifâî bu berâberlikten öylesine mest olur ki, Hamza Rifâî halîfesi Ken’an Rifâî’ye “Oğlum bilmem ki ben mi senin şeyhinim, sen mi benim!” demekten geri duramaz. Bu hitap biraz da Ahmed Er Rifâî’ye şeyhlik icâzetini verip, hırkasını giydiren Hocası El-Vâsıti’nin “Herkes üstâdı ile, ben ise talebem Ahmed Rifâî ile iftihar ederim.” deyişini hatırlatır. Yedi lisan bilen Ken’an Rifâî, Medîne dönüşü İstanbul Fâtih’de bulunan konağının bir bölümünü “Ümmü Ken’an Dergâhı” adı ile irşâda açmış ve entelektüel çevreleri de muhabbet halkasına toplayarak, tasavvuf düşüncesinin yirminci yüzyılın ışığında yeniden şekillenmesini sağlamıştır. Bütün bu popüleritesine rağmen hakkında yazı kaleme almak isteyen talebesi Sâmiha Ayverdi’nin “Efendim sizin için ne yazmamı buyurursunuz” sualine Ken’an Rifâî “O sâdece bir hiç idi.” yazın diye cevap vermesini, Rifâî yaşayışının özündeki tevâzu ve derin kavrayışın yansıması olarak değerlendirebiliriz. Zîra şâir, mûsıkîşinas, neyzen ve bestekâr olan Ken’an Rifâî’nin,
Âdemin âdemliği irfan iledir, can iledir
Sanma ki şöhret iledir, servet ü sâman iledir.
mısrâı ve yine “İnsan nefsinin esîri oldukça hür sayılamaz. İnsanlık irâde sâhibi olmaktır. Yoksa değil kürsüye vâiz, arşa çıksan adam olmazsın.” hitâbı, tasavvufta insan anlayışının ifâdelerindendir.
Ahmed Er Rifâî yolundaki bu anlayış Manisa Rifâî Dergâhı’nda da farklı değildir.
Mekteb-i irfâna girip, âyeti Kur’an okuruz.
İlm-i ledün vâkıfıyız, nüshayı insan okuruz.
diye şiirler düzen Manisa Entekkeli Rifâî Dergâhı kurucu şeyhi Ahmed Vehbi Efendi(1793-1851), Antakya’da doğmuş, tahsilini ikmal için önce Mısır’a, oradan İstanbul’a gelmiş, Fâtih Medresesi’nde müderris, Kartal Rifâî Dergâhı’nın dervişi olmuş, süluk ve seyrini tamamladıktan sonra irşat vazîfesi ile 1833 târihinde Manisa’ya gönderilmiş, Manisa Hatûniye Medresesi’nde ve İbrâhim Çelebi Medresesi’nde müderrisliğe tâyin edilmesi yanı sıra burada dergâhını kurarak irşat faâliyetine başlamıştır. Dergâhın yanında bir fırın işleten Ahmed Vehbi Efendi’nin yüksek bir vecd hâline sâhip olduğu ve zaman zaman kızgın fırının içine girip-çıktığı anlatılmaktadır. Tarlasında hasat zamânı toplanan buğdayları çalmaya gelen hırsızlara gece karanlığında, kendini belli etmeden yardım ettiğini yolda fark eden hırsızlar, geri dönüp mahcup bir halde “çuvallarımızı hem doldurup, hem de sırtlamaya yardım ettiniz.” diye özür dileyerek Ahmed Vehbi Efendi’nin ellerine sarılmaları karşısında, kendilerini affedip dergâhına kabul etmesi, Ahmed Vehbi Efendi’nin engin hoş görüsünün îzahından başka ne ile ifâde edilebilir.
Ahmed Vehbi Efendi’nin vefâtından sonra bir süre şeyh tâyin edilemediği dönemde, eşi Meryem Vâlide hanımın ferâce giyip zikir gecelerinde âyin merâsimini idâre ettiği yine nakiller arasındadır. Kadının yerinin neresi olduğunun yeniden tartışılmaya açıldığı günümüzden yüz elli sene evvel, Manisa’da bir kadının erkek dervişler tarafından icrâ edildiğini bildiğimiz dînî bir tören olan, zikir merâsimini idâre ediyor olması, bugünler için de ibret alınacak bir vak’a olsa gerektir.
Ahmed Vehbi Efendi’nin halefi olarak yirmi dört yaşında posta oturan Hasan Rüşdi Efendi(1834-1919), altmış iki sene kaldığı bu vazîfede, Manisa’nın kültür ve sanat hayâtında da çok etkili olmuştur. Rüşdi mahlasını kullanarak yazdığı şiirleri bir dîvanda toplanmış olan Hasan Rüşdi Efendi’nin, sesinin çok güzel bir mûsıkîşinas ve neyzen olduğu, ünlü mûsıkîşinas ve neyzen müftü Âlim Efendi’nin mûsıkî hocaları içinde bulunduğu bilinmektedir.
Hasan Rüşdi Efendi’nin döneminde Entekkeli Rifâî Dergâhı’nın mensuplarının on bin kişiyi bulduğu söylenmektedir. Burada icrâ edilen zikir ve mûsıkîden rahatsızlık duyan mollaların şikâyeti üzerine Manisa’da vâlilik yapan Sürûri Paşa’nın bizzat teftiş ve ziyâreti sırasında yapılan zikrin selâm bahsinde, kılıçlar, şişler, ateşte kızarmış lâle ve güller ortaya çıkartılarak dervişâna dağıtılmış, iki dervişini yere yatıran Hasan Rüşdi Efendi, karınlarına sapladığı şişleri dergâh tabanına kadar çakmış, şişlerin topuzlarının da üstüne çıkan Şeyh Efendi zikre devam etmiş, gördüklerine inanamayan Vâli Paşa, zikrin bitimini müteakip, yerlerdeki şiş deliklerini de elleri ile kontrol ettikten sonra, “bildiğiniz gibi hareket edin, kimse bundan böyle sizin işinize karışmayacaktır” diyerek dergâhtan ayrılmıştır.
Zâhidâ geç varlığıdan lâyı ko illâyı gör
Kesret içre vahdet bulup Hâlık-ı yektâyı gör.
veya;
Ne bilirsin zâhidâ sen vuslatın zevkini
Lezzete gark eyleyenler terk-i zaman eyledi.
mısrâlarında olduğu gibi, Hasan Rüşdi Efendi, dîni katı kurallardan ve kuru ibâdetlerden ibâret sanan dar görüşlü “zâhid”lere, şiirlerle ders vermek inceliğine sâhiptir.
Entekkeli Dergâhı’nın üçüncü şeyhi Hüseyin Kemâleddin Efendi de (1888-1951) âlim, ârif ve kâmil kişiliği ile temâyüz etmiştir. Hüseyin Efendi işgal yıllarında posta oturmuş ve o da Müftü Âlim Efendi gibi, işgal yıllarında Yunan mezâlimine karşı durmuş, hattâ elinde mavzeri ile dergâhın üst katında bekleyerek, yağma için sokağa girmeye kalkışan Yunanlıları ateşlediği mavzeri ile kovalayarak yaklaştırmamıştır. Ufku açık ve karşısındakinin âdeta düşüncesini okuduğu menkıbeleri yakın târihe ve canlı şâhitlere dayalıdır. 1925 târihinde tekke ve zâviyelerin kapatılması hakkındaki kanûna hiç tereddütsüz “Ulül emre uyarız” diyerek riâyet etmiş ve dergâh eşyâsını tespit ve talep eden Vakıflar Müdürlüğü’ne teslim etmiştir. Bu târihten sonra çarşı içindeki bedestende hazır elbise ve halı satışı ile iştigal eden Hüseyin Efendi, esnafın ricâsı ile cuma günleri toplu bereket duâsı yaptırmış ve yine İbrâhim Çelebi Câmii’nde cuma hatipliği yapmıştır. Derin din bilgisi ve kültürü ile Hüseyin Efendi tarafından bizzat kaleme alınan hutbe konuşmaları elde mevcut olup, bugün de geçerliliğini koruyacak muhteviyattadır.
Son olarak, Entekkeli Rifâî Dergâhı’na özgü ve hâlen İbrâhim Çelebi Câmii’nde Mîraç kandillerinde süt mevlidi yapılması geleneğinin devam ettiğinden de bahsedelim. Çocukluğumda babam Hakkı Altınbilek ile birlikte pek çok kereler katıldığım Mîraç mevlüdlerinde içtiğim tatlı ve ılık sütün tadı damağımdadır. Hz. Peygamber’e Mîraç yolculuğu sırasında yapılan süt ikrâmı ile bağdaştırılan bu güzel gelenek, Entekkeli Dergâhı gibi Manisa’nın kültür mîrâsı içerisinde olsa da, bugünlere ulaşmasını temin eden Entekkeli âilesidir.

Entekkeli Dergâhı’nın üstte dışarıdan, sağda iç avludan görünüşü