Manisa’nın Yangını ve Kurtuluşu

Cemil ALTINBİLEK

26  Ağustos 1922’deki  Büyük Taarruz  ve  30  Ağustos zaferlerinden sonra, sanki Büyük Komutanın, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri…” emrini duymuş ve mehmetçiğin bu emir ve “ya istiklâl, ya ölüm” düsturu ile, nasıl şahlandığını görmüş olmalı ki, işgalci Yunan Kuvvetleri, yerli Rum ve Ermenilerle birlikte, 3 Eylül’de Demirci, Gördes, Selendi’den geri çekilmeye başlarlar, 5 Eylül’de Alaşehir ve Sâlihli’yi tamâmen yakarak kaçarlar. 7 Eylül’de Ahmetli, Turgutlu, Akhisar ve Saruhanlı kurtulur. Sabah erken saatlerde kurtarılan Kula ve Akhisar’ın dışında bütün ilçeler yakılıp, yıkılır.

8 Eylül günü ilk müfrezeyle Mehmetçik Manisa’ya girer. Şehre ilk girenlerden üç Mehmetçiğin şehit edildiğini, o târihte küçük bir çocukken, ağabeyi Ömer Dayı’nın sırtında dağlara tırmanarak canlarını kurtarmış olanlardan biri olan babaannem Hâlide Hanım, her konusu geçtiğinde tekrar, tekrar anlatırdı. Çocuk yaşında ve dağda iken koşarak şehre giren ilk Mehmetçiklerin nasıl şehit edildiklerini görmesi belki imkânsızdı, ama o kurtuluş gününü öyle bir sevinç ile yaşamışlardı ki, kurtuluş sevincine üç şehidin haberi büyük bir hüzün katarak, hâfızalarına kazınmıştı. Bilâhare adları Manisa sokaklarına verilerek ölümsüzleştirilen Aksaraylı Zülfükar, Beypazarlı Hasan ve Bursa Yenişehirli İsmâil’in adları ve yerleri kurtuluş ordumuzun profili hakkında da fikir vere-bilir.

Dedem ve babaannemin 1980’li yıllardaki vefatlarına kadar, Manisa yangını ve Manisa’nın kurtuluşu, evimizdeki sohbetlerin dâimî konularından biri idi; dedem H. Hüsnü Bey, delikanlı olduğu bu dönemde, Cihan Harbi’nde askerlerin açlıktan pabuçlarını kemirdiğini anlatır, Yunan askerlerinin kendi-sini vurmak üzere yere yatırıp, boğazına dayadıkları mavzer denilen tüfeği ateşleyecekleri sırada yetişen babası, Hakkı Efendi’nin, din adamı kisvesi ile olsa gerek, Yunan askerlerini iknâ edip kurtardığını nakleder ve bugünlerimizdeki rahatımızın kıymetini bilmemiz gerektiğini söyler; “dünyânın kırk türlü hâli var ha..” diye, dikkatimizi çeker, âdeta yine o günler dönecekmiş gibi, devamlı temkinli yaşardı. Yine yangın gününde, dağlara çıkamayan yaşlıların evlerinde kaldığı ve hemen hepsinin yanarak öldüğü, 3000 kişilik Yunan yangın ekibinin şehri sokak sokak yakarak, önlerine çıkan herkesi kurşunlayı öldürdüğü, yanan evlerden geriye kızgın kül yığınlarından başka hiçbir eşyâ kalmadığını anlatırdı. Resmî vesîkalar, sâdece iki gün süren bu yangında; 5000 kadar manisalının kurşunlanarak veya yanarak öldüğünü göstermektedir. Yine bugünleri gören yabancı bir yazarın, “böyle bir vahşeti hiçbir kelime ile anlat-mamız mümkün değildir. Bu manzarayı sâdece görenler bilebilir.” demesi, bir gözlemci tespiti olarak târihe geçmiştir.

Yangından sonra Manisa

Belki de bu zor günlerin manisalılar için tek tesellisi; kurtuluşun tamamlandığı 9 Eylülden sonra, Rum ve Yunanlı esirlerin İzmir istikāmetinden, Manisa’ya sürüler hâlinde getirildiğini görmeleri ve hattâ kendilerine kötülüğü dokunanları çekip alarak, oracıkta cezâsını vermesi veya bu esir gruplarının şehrin doğusundaki, “Kırtık Deresi”ne götürülmelerini seyretmek olmuştur.

Manisa ve bölgenin “Düvel-i muazzama” denilen zamânın büyük devletleri tarafından tek kurşun bile atmayan Yunanlılara peşkeş çekilerek işgāli, Yunan mezâlimi ve yangını olarak târihe geçen bu olayı; aynı kesâfet ile hatırlayacak canlı şâhidi kalmamıştır. Ama hâlâ böylesine yaygın, irâdî ve planlı olarak yapılan bu “vahşetin” ne sosyolojik, ne de psikolojik olarak başka bir ad ile açıklaması yoktur. Adı üzerinde, bu insanın en hayvânî tarafını gösteren bir vahşet örneğidir. Hattâ, uluslararası platformlarda ülkemize yöneltilen saldırganlık iftirâsına karşı gösterilecek, târihî vesîkalar ile sâbit, yaşanmış bir örnektir. 

Ayrıca, bu olay; Rum ve Yunanlıların, Anadolu’yu ilelebet terk ettikle-rini göstermiş ve buralar Türk Yurdu olmuştur. 

Dâima hatırlayalım ve hatırlatalım. 


Manisa Şehzâde sarayı-Saray-ı Âmire’nin son kalan kulesi, bugün Kızılay binâsının içindedir.


Manisa Sevdâsı'ndan